Jump to content

belgeport

Administrators
  • İçerik sayısı

    784
  • Kayıt tarihi

  • Son ziyareti

  • Kazandığı günler

    3

Gönderiler posted by belgeport

  1. 10 farklı ülke edebiyatından 10 adet akıcı ve muhteşem kitap önerisi!

    • İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası
    • Hermann Hesse, Siddhartha
    • Victor Hugo, Bir İdam Mahkumunun Son Günü
    • Anar Rızayev, Beş Katlı Apartmanın Altıncı Katı
    • Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi
    • Charles Bukowski, Ekmek Arası
    • Thomas Bernhard, Beton
    • Miguel de Unamuno, Sis
    • Cheon Myeong-Kwan, Balina
    • Yukio Mişima, Denizi Yitiren Denizci

  2. Yu Hua - Yaşamak


    Aile servetini yiyip tükettiği gençlik günlerinde, uzun bir hayatın ona neler sunacağından habersizdir elbette Fugui. 
    Yıllar sonra, yaşlı öküzüyle tarlasını sürerken tanıştığı bir yabancıya hayatından söz etmeye başladığında, şımarık bir gencin başına gelenlerden fazlasını sayıp dökecektir bu yüzden: Fugui, kendisiyle birlikte altı insanın hayatını, kaderin sürprizlerini, yaşamın acılarını ve sevinçlerini anlatır. Onun dilinden -daha doğru bir ifadeyle Yu Hua’nın kaleminden- dökülenler, insanlık durumlarına dair epik bir romana dönüşür böylece. Basit bir anlatım, güçlü bir anlatı doğurur: Sabanın toprakta bıraktığı izlere benzer kâğıt üzerinde satırlar. Yaşamın her şeyi kapsaması gibi, Yaşamak da hayatı olduğu gibi kucaklar. Doğumları ve ölümleri, mutsuzlukları ve umutlarıyla...
    Yayımlandığında ülkesinde yasaklanmasına rağmen, bir hayat öyküsü okumamış da sanki bir hayat yaşamış olduklarını söyleyen okurlarının her geçen gün artmasıyla bir “modern klasik”e dönüşen Yaşamak’ı Bahar Kılıç, Çince aslından çevirdi.


     

  3. Yaşı 40'ın üstünde olanlar hatırlar. Tarık BUĞRA'nın aynı adlı eserinden TRT'ye çekilen, Türkiye'nin en seçkin sinema, tiyatro ve seslendirme sanatçılarının bir arada olduğu ve YouTube'da da bulunan 8 bölümlük efsane dizisi, Küçük Ağa. Aslında okullarda ders sonrası bile izletilmesi gereken başyapıttır. Şiddetle tavsiye edilir. 

    retouch_1724788801065.JPEG

  4. Osho - Farkındalık Dengeli Yaşamanın Anahtarı


    Ben sana bir ahlak dersi vermiyorum.

    "Bu doğru, bu yanlış, bu ahlaklı, bu ahlaklı değil" demiyorum. Bunların hepsi çocukçadır.
    Ben sana çok basit bir kriter veriyorum: "Farkındalık"

    Eğer farkındalıkla bir şey yaparsan doğru olmak zorundadır çünkü farkındalıkla hiçbir şeyi yanlış yapamazsın.
    Ve farkındalık olmadan da herkes tarafından tardir edilen kimi şeyleri çok iyi yapabilirsin.
    Ama ben hala ona yanlış diyorum çünkü farkında değilsin.
    Ve yanlış sebeplerden dolayı yapmış olmalısın.
    Farkındalık olmadan onların sadece gösteriş, ikiyüzlülük olduğunu biliyorum. Onlar seni yapmacıl hale getirir.
    Seni özgürleştirmezler, seni özgürleştiremezler.
    Tam tersine seni hapsederler.


     

  5. İvan İllich - Okulsuz Toplum


    Ivan Illıch, "Değerlerin kurumsallaşması"na karşı duran Okulsuz Toplum adlı yapıtında, varolan eğitim sistemlerinin açmazlarını gösterip; eğitim ve öğrenimin okul dışına çekilmesi ve toplumun okuldan arındırılması gerektiğine değiniyor.
    Verimsiz, tekdüze eğitim izlenceleri yerine; bireyler arası yakınlığı, tüketici olmak yerine doğaya karşı sorumlu olmayı geçirip; "bilgi"nin tekelleşip metalaşmasına karşı çıkarken, istenebilir bir geleceğin evrensel ve insancıl eğitim biçimleriyle gerçekleşeceği üzerinde duruyor.


     

  6. Yaz mevsiminde okumaya uygun, kısacık ve anlaması da oldukça kolay, akıcı kitap önerileri! 🤓

    • Yu Hua, Yaşamak
    • Thomas Bernhard, Beton
    • Tolstoy, Efendi ile Uşağı
    • John Ruskin, Susam ve Zambaklar
    • Paul Lafargue, Tembellik Hakkı
    • Oğuz Atay, Oyunlarla Yaşayanlar
    • Tormesli Lazarillo
    • Miguel de Unamuno, Sis

  7. Ahmet Susa - Tarihte Araplar ve Yahudiler


    Gerek tüm dünyada ve gerekse Türkiye’de Orta Doğu, Filistin ve Yakın Doğu halklarının tarihi,
    uygarlığı üzerine yazılan kitaplar, ya baştan sonra eski tarihi, ya da sadece son dönem olaylarını ele
    almışlardır. Elinizdeki kitap ise, Arap ve Yahûdîler konusunu Milat öncesinden alarak son günlere
    kadar getiren uzun soluklu bir çalışmanın ürünüdür ve bu haliyle belki de Türkiye’de yayınlanan ilk
    kitaptır.

    Kitabın yazarının bir Arap olması sebebiyle, konuya Arap gözlüğüyle baktığı düşünülebilir ve bu,
    bir dereceye kadar doğrudur; ama ülkemizde yayınlanan kitapların çoğu da bir batılı yahut bir Yahûdî
    veya Yahûdî sempatizanı kişilerin bakış açılarını yansıtan kitaplardır. Bu tür yayınların bolluğu
    sebebiyle özellikle son zamanlarda bilerek veya bilmeyerek Yahûdî davasına hizmet eden gazeteciler,
    yazarlar ve tarihçiler çoğalmıştır. Bilerek taraf olanlara bir sözümüz olamaz, ama bilmeden, sadece
    okuduklarına dayanarak, çarpıtılmış bir tarih okuduklarının farkında olmayan kişilerin, bu kitabı
    okuduktan sonra görüşlerinin değişeceği kanaatindeyiz.

    Bu kitabı çevirip yayınlarken, Araplar’ı kayırmak, Yahûdîler’i yermek gibi bir amaç gütmedik.
    Aksine tarihî gerçeklerin bilinmesini, çarpıtılmış tarih bilgilerimizin doğrusuyla değiştirilmesini
    amaçladık. Her milletin dostları ve düşmanları, sevenleri ve sevmeyenleri vardır. Yahûdîler’in de
    dostları ve düşmanları olmuştur. Bizler, sahip olduğumuz İslamî kimlikle elbette ki Yahûdîler’e
    sempatik nazarlarla bakamayız, ama tarihin çarpıtılmasına da göz yumamayız.

    Yazarın ön sözünde işaret ettiği gibi, diğer İslam ülkelerinde bu konuda kalem oynatanlar bir yanda
    dursun, bizzat Arap yazarlar ve tarihçiler dahi farkına varmadan Yahûdîler tarafından çarpıtılmış bir
    tarihi kendi çocuklarına okutmaktadırlar. Bizlere de yıllarca aynı çarpıtılmış tarih okutuldu. İsrail
    oğullarıyla bugünkü Yahûdîler’i aynı halk diye bilirdik. Araplar’la Yahûdîler’i “amcaoğulları”
    olarak kabul ederdik. Bu kitap, bütün görüşlerimizi değiştirecektir. Neticede İbrahim peygamberin
    Yahûdîler’le hiçbir ilişkisi bulunmadığını, Musa’nın bugünkü Yahûdîler’in değil İsrail oğulları
    (Yakub’un torunla-rı)nın peygamberi olduğunu şaşkınlıkla okuyacaksınız.


     

  8. Şizofrengi Dergisi - Sayı 24


    1996 - 67 sayfa

    Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde ki hastalar ile doktorların ortak çıkardığı bir edebiyat dergisidir.Zamanında çok tutulmuştur,aşırı popüler olduklarını söyleyerek yayın hayatlarına son vermişlerdir.

     

    • Bu güne dek  Şizofrengi adı altında internette görünen hiçbir sitenin dergi ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bu birinci madde.
    • Dergi ikinci yılından itibaren kendi anarşist ruhuna uygun olarak uzun bir süre ana ekibini geri plana atarak anonim bir şekilde yayınını sürdürmüş, kasti bir şekilde sahipsiz gösterilerek, mülkiyetten, kastlaşmadan, dünyayı bu hale getiren ruh hallerinden uzak olmaya çalışmıştır. Ancak bütün bu çabalar derginin bir sürü kel alaka sahibinin türemesinden, fırsatçı uyanıkların ortada kol gezmesinden başka bir şeye yaramamıştır. Ne yazık ki! (Derginin ahını almış olabiliriz.)
    • Dergi 1998’de kapatıldıktan sonra geçen  on yıllık süre içinde  de benzer tevatürler, asılsız muhabbetler kulağımıza gelmeye devam etmiştir. Dolayısıyla bundan sonraki maddelerin  yazılması gerekmiştir. Ne yazık ki
    • Şizofrengi 1992 yılında, o sırada Bakırköy Akıl Hastanesi’nde psikiyatri ihtisası yapmakta olan Fatih Altınöz, Yağmur Taylan ve Kültegin Ögel tarafından çıkarılmıştır.
    • Derginin adı Fatih Altınöz’e, logosu Kültegin Ögel’e aittir.
    • Yayın kuruluna daha sonra Mehmet Şenol  da katılmıştır.
    • Şizofrengi’nin son iki yılı Fatih Altınöz ve Mehmet Şenol yönetiminde geçilmiş ve 1998 yılında zavallı dergi  turp gibiyken bu ikisi tarafından zorla, bağırta bağırta hakkın rahmetine kavuşturulmuştur.
    • Dergi 1992-1998 yılları arasında 27 sayı olarak yeryüzünde görünmüştür. Bir kez daha görünmesi uçan dairelerin görünme ihtimalinden bile azdır.
    • Hoş bir seda bırakmış olmasını dileriz.
    • Güzel okumalar.

     

    image.png


     

  9. Dipten Gelen Ses - Arifiye Köy Enstitüsü (1940 1946)


    Yazarı: Süleyman Edip Balkır

    Eser, Süleyman Edip Balkır’ın yaşanmış anılarını anlatan Arifiye Köy Enstitüsünün nasıl kurulduğu, hangi zorluklar ile karşılaşıldığı, enstitü öğrencilerinin gelişi, yapılan işler ve üretilen ürünlerin mutluluğu gibi bir çok hikayeyi anlatmaktadır.

    Yazarın, öğretimine-eğitimine her yönden önem verdiği yakın arkadaşı Fuat Baymur’un “Kardeşim girişilen büyük bir işin içindesin. Burada olan biteni kısa kısa yazmalısın. Sonra bunları bir birine ekleyip paha biçilmez bir eğitim hazinesini ortaya çıkacaksın.” demesi üzerine oluşan bir eserdir.

    Yazarın 45 yıllık hizmet süresince, 6 yıllık Arifiye Köy Enstitüsü hizmetinin, denizde bir damlacık gibi kalması küçümsemesinden kendisi de zor kurtulmuştur. Edip Balkır 1940-1946 yılları arasında Arifiye Köy Enstitüsünde görev yapmıştır.

    Enstitünün “Gerçekler Dünyasını” diriltip, ona rengini verecek yeni ruhunu verecek olanların gelecekteki kuşakların olacağını, kendilerinin bu kuşaklara yol gösterici ışık olacaklarını, belirtmektedir.

    Okunmasında ve incelenmesinde kolaylık olması için yazar eseri dört ana bölümde sunmuştur:

    1. Bölümde Enstitünün GEREKÇESİ,

    2. Bölümde Köy Enstitüleri Kanunun uygulamaya başlanması(1940-1943) buna KURULUŞ da demesi,

    3. Bölümde Köy Enstitülerinin içyapısını kuran Köy Enstitüleri Öğretim Programı ile 4274 sayılı “Köy okulları ve Enstitüleri Teşkilatı Kanunu uygulandığı GELİŞİM dönemi,

    4. Bölüm ise kuruculardan Yücel ve Hakkı Tonguç’un 1946’da görevlerinden ayrıldığı YOZLAŞTIRMA ve Sona Gidiş dönemidir.

    GEREKÇE:

    1935 nüfus sayımı istatistiklerinde erkeklerin % 23,3’ü, kadınların % 8,2 si okuma-yazma bilmekte erkeklerin % 76,7’si, kadınların % 91,8’i okuma-yazma bilmemektedir. İlk tahsili arttırmak için o zamanlar köy çocuklarından başlanılmasını savunulmuş, 8 milyona yakın aktif nüfusun % 81’ini köylülerin oluşturması ve bu nedenle bilimsizliğin ilk köylere el uzatılarak gidilmesi gerektiği, belirtilmiştir.

    Köy eğitmenleri için yılda 2000 eğitmen yetiştirildiği, köy öğretmenlerinin ise köye alıştırılması o ortamda güçlü bilgiye sahip olacak eğitimi alması savunulmuştur. Öğretmen yetiştirme işinde prensipler; köy hayatından uzak olmayan, öğretmenlik mesleği ile birlikte demircilik, kooperatifçilik, kız talebeye çocuk bakımı gibi işleri öğretmek öğretmenleri köy hayatına hazırlamak gerektiği savunulmuştur.

    Köy Enstitüleri: Köy öğretmenleri yetiştirecek müesseselerde öğretmenle birlikte köye lüzumlu diğer unsurlarında kazandırılacağı yerlere Köy Enstitüleri adı verilmiştir. Öğretmenlerin hakları, maaşları, izinleri, görev yeri, kalacağı yer, ihtiyaçlarının karşılanması gibi haklar kazandırılması gerektiği savunulmuştur.

    19 Mart 1940 tarihli yazı ile tasarı TBMM’ye sunulmuştur. 17 Nisan 1940 tarihinde tasarı TBMM’de incelenmeye alınmış düşünceler ve dilekler belirtilmiştir. Sadece köy çocuklarının değil bütün ilkokul çocuklarının Enstitüye alınması, şehirde yetişen öğretmenlerin köylerde tutunamaması, Enstitüye farklı isimler kullanılması gibi konular tartışılmıştır. 24 maddelik Köy Enstitüleri Kanununda kimlerin zorunlu olabileceği görev yılı, ücretleri, verilecek araç-gereç, tohumun ücretsiz olarak verilmesi belirtilmiş, sağlık hakları, öğretmenlerin görev yaptığı okul için harcamaları verilmesi, öğretmenlere ekip dikmeleri için arsa temin edilmesi  kararı alınmıştır.

    Arifiye Köy Enstitüsünün kurulacağı yerin uygunluğunun olumsuz olduğu bildirilen Hakkı Tonguç “Olumsuzlukları, yaşamadan nasıl önderlik yapılacağını” belirterek kararın kesin olunduğunu bildirmiştir.

    S. Edip Balkır Kastamonu’da eğitmenlik kursundan sonra görevlendirildiği Arifiye Köy Enstitüsüne gider. Enstitü öğrencileri için kalınacak yer, yatılacak yer gibi birçok sorun kendisini beklemektedir. Yataklar için pamuk yetmediğinden şilteleri mısır kapçığı ile doldurtmuş ve bir kısım eğitmen bunlarda yatmıştır. 5 ilden çağırılan yaklaşık 200 öğrenci için önce hamam sonra kıyafet giydirilmesi planlanır. Kız çocuğu ile gelen babanın kızını buralarda bırakıp gitmesi, onu bir hayli etkilemiş ve tedirgin etmiş olacak ki bunu eğitmenlerle paylaşıp, nasıl dayanacağı konusunda yardım ister. Eğitmenler kendilerine güvenmelerini, çocuklarının rahatlığı için ellerinden geleni yapacaklarını belirtip, zor da olsa ikna ederler.

    25 Ağustos 1940’da Kocaeli, Bursa, Bolu, İstanbul, Bilecik’ten gelen 19 kız öğrenci ve 153 erkek öğrenci ile Arifiye Köy Enstitüsü eğitimine ilk yıl başlar. Enstitüde kadrolu öğretmen sayısı 1940-1943 yıllarında 41 kişidir. Bunlardan 34’ü erkek 7’si bayan öğretmendir.

    S. Edip Balkır Arifiye Köy Enstitüsünde kendisi ile çalışmasını istediği üç arkadaşından Muammer Köseataç, Daner Hamdi ve Hakkı Tanberk’e teklifte bulunur. Bu arkadaşlarının olumlu karşılamaları kendisini çok sevindirir.

    Enstitünün birçok ihtiyacı kendi emekleri ile yapılır, öğrencilerin işlerde büyük katkısı olur. Enstitü öğrencilerine uygulamalı eğitimin yanında verilen tiyatro, halk oyunu, ulusal oyun, zeybek, halay gibi verilen görevi en iyi şekilde yapar, Enstitülerine de her konuda katkı sağlarlar.

    1941 yılında S. Edip Balkır, Umum Müdürlüğünden aldığı yazıda, Enstitülerinin çabalarının ulusa duyurulması için Anakara’ya gelmesi ve konuşma yapması istenir. Ankara’ya gelen S. Edip Balkır, Tonguç’u bulur ve hazırladığı yazıyı birlikte okuyarak gözden geçirirler.

    14 Mayıs 1941’de Edip Balkır konuşmasında Köy nüfuslarından, Köy Enstitülerinden ve yetiştirdikleri öğrencilerin öğretmenlik dışında, çocuk okutmak, tarlayı işlemek, yolu yapmak, çeşmeyi onarmak, bataklık kurutmak gibi vazifeleri yapabileceklerini anlatır. Tonguç, Balkır’ın radyodaki konuşmasını beğenir ve sesi ile de farklı olduğu için takılır.

    İkinci Dünya savaşı nedeni ile Enstitülerde zor duruma düşmüş, yiyecek ekmeklerinde dahi sorun yaşamaya başlamışlar, 9 km ilerden gelen ekmek ya geç gelmekte ya da hamursu yenilmeyecek gibi olmaktadır. Bu duruma acil çözüm arayan Edip Balkır Eğitme Kursuna verilen ve işletilmeyen kör fırının onarımını yaptırır, fırıncısını bulur ve günde 1000 kişiyi doyuracak ekmeği çıkarttırmaya başlar. Unun kişi başı gr olarak verilmesi ile ekmek sıkıntısı tekrar ortaya çıkar. İstanbul’dan Ankara’ya geçen Cumhurbaşkanı İnönü Arifiye İstasyonunda Balkır ile görüşmek ister. Yaptıkları işi anlatan Balkır, İnönü’ün ihtiyaçlarını sorması üzerine ekmek sıkıntısı çektiklerini belirtir ve Cumhurbaşkanı İnönü sekreterine iki vagon un gönderilmesi talimatını verir. Ekmek sorunundan sonra baş gösteren su sorununu ise, bir öğrencinin kuyudan su çekmesi ile “Süleyman Kuyusu” adını verdikleri kuyu ile çözerler.

    Öğretmenin makineden anlaması, köyde ayrıcalıktır, düşüncesi ile motor ve bisiklet alınır. Öğrencilerin bunları sürmeyi öğrenmesi istenir. Feyzi öğretmenin öğreticiliğinde öğrenciler bisiklet sürmeyi öğrenirler.

    Öğrencilerden İsmail Saydam’ın, mısır kapçığından sandalye yapmak istemesi üzerine şaşıran Edip Balkır, gerekli alet için atölyeyi kullanabileceğini ve bundan not alacağını belirtir. Bunun üzerine öğrencinin yaptığı sandalyeyi, üzerine oturarak deneyen Balkır çok sevinir. 1940’ta çorap ve trikotaj makinelerinde çocuk çorapları, yaka türlü şeyler üretilir. Kooperatifte satılmak üzere, alıcıların üretilen yerden alması, kar amacı fazla güdülmemesi belirtilir ve öğrencilere öğretilir.

    Öğrencilerin müzik eğitimi için yeterli alet olmasa da birkaç yıl içinde gerekli aletler alınır. Derslere Aşık Veysel de gelerek Türkü kısırlığını giderir. Verilen konser ile herkesin beğenisi kazanılır. Konsere seçkin konuklar, üniversitelerden, Köy Enstitülerinden, müdürler, profesörler gelir.

    Öğrencilere sportif etkinlik olarak voleybol, güreş, basketbol, sabah egzersizi gibi çalışmalar yaptırılır. Sapanca gölünü keşfeden öğrenciler “Soluk Alalım” sözü ile birlikte yüzmeye gider orada kıyafetlerini de yıkarlar. Öğretmenleri ile beraber gidilmesi bir şenlik havasında olur. Yüzülür, gelinir ve böylece keyifli vakit geçirilir. Öğrencilerden birinin yalnız gitmesi ve boğulması sonucu, artık yüzmeye tek gidilmez. Yüzme bilenlerin, yüzme bilmeyen birine yüzmeyi öğretmesi söylenir.

    Tonguç’un da ziyarete geldiği bir gün Sapanca gölüne gidilir. Tonguç Balkır’a, göl size sunulmuş doğadan masrafsız bir sermaye, der. Sapanca gölündeki balıklar için Balkır’a neden balık tutulmadığını sorar. Balkır, köylünün bu konuda gölden yararlanmadığını ve bu işi yapacak birinin de olmadığını belirtir.

    Bunun üzerine Tonguç, Ankara’ya gittiğinde, bu iş için ilgileneceğini belirtir. Sözün üzerinden çok geçmeden Ankara’dan İsmail adında biri Tonguç’un selamını Balkır’a getirir ve kendisini Balıkçılık Müfetasırı olduğunu söylemesi üzerine hemen göle gidip araştırma yapılır. Yapılan araştırmada gölün balıkçılık için uygun olduğu, iki kayık, iki ağ ile bu işe başlanabileceğini belirtse de Balkır bunun için bile gerekli sermayelerinin bulunmadığını anlatır.

    Tüccarlardan alınan kredi ile balıkçılık işine girişilir. İlk yıl 3000 kilo ikinci yıl 12.000 kilo balık tutulur. Bu tutulan balıkların Sapanca ve Adapazarı’nda satılmasının yanında, öğrenciler de haftada iki gün balık yerler. Yazın sıcak ve kışın yağmurundan, balık tutanların zorda kalması nedeni ile bir dinlenme tesisi yapılır. Balkonu göle bakan güzel bir bina yapan öğretmen ve öğrenciler burada satış içinde tuzlu su havuzları yapıp balıkları bekletmeye alırlar. Bir süre sonra Muammer Hoca artık körfezde balıkçılık yapmaları, denize açılmaları gerektiğini belirtince, Balkır başta şaşırsa da kayık ve motorlar araba ile taşınır. Körfezde bunu da yaparlar.

    Ankara’nın onayı ile yapılması istenilen 20 öğretmen evi için öğretmen ve öğrencilerin emekleri ile masrafları en az seviyede tutarak bitirmenin sevincini yaşarlar. Tonguç öğretmen ve öğrencileri takdir eden mektubunu yollayarak, hepsine selamlarını sunar.

    Londra Üniversitesinden Prof. Mr. Hamley, Enstitünün ilk yılı ile 3 yıl sonraki hali arasında büyük değişikliğin olduğunu, kendisinin bundan çok etkilendiğini belirtir.

    GELİŞİM 1940-1046

    Köy Enstitüsü Öğretim Programı; temel bilgilerin yapısını kurmada, öğretmenlik ve köy öncülüğünün bütün yanları ile gücünü yoğurup, aydınlıklar getirmektedir. Köy Enstitüleri Öğretim Programı Enstitülerin 1940-1942 yıllarında sürdürdükleri öğretim çabaları yaptıkları, araştırmalar, inceleme sonucu Talim ve Terbiye Dairesince hazırlanır ve Bakan Hasan Ali Yücel imzasıyla 04.05.1943 tarihinde 75 satı ile onaylanır.

    Öğretim Programında kültür dersleri, tarım dersleri, teknik dersler, beş yıl içinde okutulacak dersler ve süreleri belirtilmiştir. Bu program da günlük, haftalık, aylık ya da yıllık gibi çalışma planına gidilmemiş esnek bırakılmıştır. İki kümeye ayrılan öğrencilerin eğitimi de birinci küme yarım gün ders işliyor ise diğer küme o an tarım yapıyor, sonra ters devre şeklinde diğer ders alınıyordu. Bu ister yarım gün olsun, ister tam gün, isterse bir hafta olsun, iki küme ayrı işle uğraşır.

    ÖĞRETİM

    Enstitüde öğrencilere öğretim; tarım, kültür ve teknoloji işlerinde verilir. Öğretim “yaşayarak-yaparak” kazanma uygulama olarak benimsenir. Öğrencilerin öğrenme düzeyini ölçmek için soru, açık oturum, yazılı yapılır.

    PROGRAMDA ÖZELLİKLER- ÖNCÜLÜĞÜ

    Her öğrenciye bir meslekte usta olma o işin bileziğini koluna takma amaçlanır. Örneğin Türkçe dersi için bir öğrenci bir kitabı okuduğunda o kitabı anlamalı, özetlemeli, yorumlamalıdır. Özetlerken imla kurallarına göre yazısını yazmasını bilmelidir. Köy Enstitüsünün yaptıkları ekmek, sebze, meyve, çorap, balık, sandalye, araba gibi eşyaları kooperatiflerinde satar, bunlarla kendi ihtiyaçlarını karşılar ve sattıkları eşyalar kendilerine para sağlar. Her dersin konusu 1’den 100’e kadar sınıflara dağıtılır. Öğrencilere gerekli bilgi birikimini kazandırmak için her yıl için öğretim gerçekleştirilmeye çalışılır. Köy Enstitülerinde arıcılık, balıkçılık, yapılan ve dikilen eşyaların da kazanç sağlaması, öğrenci emeklerinin karşılığıdır.

    İlk mezununu verecek olan Enstitü, S. Edip Balkır’ın tüm öğrencilere son konuşmasını yapmak için toplanmalarını ister. Onlara yuva kurmak isteyen öğrenci olup olmadığını sorar. El kaldıran öğrencilerin yüzüğü takmasını Hakkı Tonguç’tan ister. Her iş gibi bu işe de girişilir. Diploma kutlaması ile nişan merasimi birlikte yapılır. Mezun olan öğrencilere görev yapacakları yerde tarım alanı, araç gereçler, kız öğrencilere dikiş makinesi, iğne, makas verilir.

    Köy Sağlık Memurluğu Arifiye’de 1944-1945 yılında kurulur. 1951 yılında sona erer.

    Mezun olup görevine başlayan bir öğretmenin Maarif Müdüründen azar işitmesi üzerine Edip Balkır, bu durum ile ilgilenir. 4274’ün bu öğretmenlere ne haklar verdiğini öğrenmesini Maarif Müdürüne anlatır. Tonguç’un bu kadar çalışmasından sonra, Enstitü öğretmenlerinin kullanabileceği bir dinlenme tesisi yaptırmak ister. Bunun için İstanbul Maarif Müdürü ile Validen tam yetki alamaması üzerine, Sapanca’da Edip Balkır’ın çalışmaları ile eski bir yer tadilat edilip, Sapanca Gölü kıyısında bir bina ayarlanır. Bu durum Tonguç’u sevindirir.

    1946’da Milli Eğitim Bakanı Yücel’in ayrılması ile güçsüzleşme belirtileri başlar. Sarar ve Tonguç bakanlık makamında şiddetli bir tartışma yaşar ve Tonguç görevini bırakmak ister. Enstitü müdürlerine birer mektup yollar bu mektupta görevini bıraktığını belirtir. Onların kaldığı yerden devam etmelerini ister.

    Arifiye Köy Enstitüsüne, diğer enstitüler gibi teftiş için müfettiş gelir. Müfettiş Ziya Karamuk Balkır’a kuruluştan bugüne her şeyi sorar. Balkır, müfettişin ikinci gelişinde, yanına gelen çocuktan aldığı bir haberle, İstanbul Köy Enstitüsüne tayin edildiği kendisine bildirilir. Müfettiş gerek Enstitüde, gerekse öğrenci ve çevre tüccarları ile görüşüp Balkır hakkında bilgi toplar. Onun dürüstlüğüne kanaat getirir.

    Köy Enstitüleri, öğretim eğitim çabalarını, bir gereksemeyi karşılayan eylem ve yaşantılar düzeyinde uygular. Öğrencilerin bedensel ve ruhsal yapılarının geliştirilmesi doğrultusunda uyguladıkları yöntemlerle, bilimsel itibar kazandırılır.

    En umutsuz görünen işler için bile, başla ki bitiresin, formülüne her yere uyar marifetli bir anahtar gücü getirilir. Böylece çatısı altındakilere atılganlık, doğrudan çekinmezlik, başarıya ulaşma ruh ve inancı kazandırma yolunda didinilir.


     

  10. Stephen King - Hayaletin Garip Huyları


    Ekimin sonlarına doğru Jim yine aynı rüyayı gördü. Ve bu sefer haykırdı. Kendini zorlayarak gerçek dünyüyü uyandı. Sally yanında yatakta doğrulup oturmuş, omzunu tutuyordu. Jim'in kalbi göğsünü yaracakmış gibi çarpıyordu.
    "Tanrım" diye mırıldanarak elini yüzüne sürdü.
    "İyi misin?"
    "Evet evet. Bağırdım değilmi?2
    Hem de nasıl Kabus mu gördün?"
    "Evet"......
    (Kitap'tan sayfa:11)


     

  11. Nikos Kazancakis - Zorba


    Zorba adlı bu romanı, onun kendisiyle giriştiği bir tür sessiz hesaplaşma sayılabilir. Geçmişin, elden kayıp giden zamanın ve insanın temel yanılgılarının bir kez daha gözden geçirilmesidir bu roman. Zorba aracılığıyla Kazancakis özyaşamının yenilgiler ve soru işaretleriyle dolu bir bilançosunu çıkarır. Bu bağlamda ele alınınca, bu roman, Zorba ile yazarın yaşam öykülerinin çizili sınırları arasında sonsuz atkı ve çözgülerle sokunmuş büyülü bir kumaştır, denebilir; baştan sona sürekli bir arayışı, sonu gelmez çabaları yansıtan bir kanaviçedir; insanı arayışın serüvenidir...


     

  12. Son Ejderha Kralı - Leia Stone


    Son Ejderha Kralı müstakbel
    kraliçesini arıyordu.
    Bu haberin kasabaya yayılması tüm kadınların telaşlanmasına neden olmuştu. Kral, kraliyet muhafızlarını doğurganlık çağındaki kadınları Jade Şehri kalesine getirmeleri için kasabaya yollamıştı.
    Tek şartı, seçtiği kadının ona
    bir vâris verecek kadar güçlü bir
    büyüye sahip olmasıydı.
    Bense sadece yüzde on ejderha
    büyüsüne sahip bir insandım. Seçilmeyeceğimden emin olmama rağmen Büyü Koklayanlar kendimi krala olası bir eş olarak sunmamı emretti.
    Annemden öğrendiğim korkunç sırrın ardından Jade Şehri’ne gitmeye karar vermiştim. Beni ölüme götürebilecek bir sırdı… hem de kralın kendisi tarafından.


     

×
×
  • Create New...